Çininin Kalbinde Sessiz Bir Kaçamak: Kütahya
- Cihan ALBAYRAM
- 8 Nis
- 7 dakikada okunur

Bursa’dan sabah erken saatlerde çıktım yola. Navigasyon 2 saat 45 dakika gösterse de, bu sefer acelem yoktu. Radyoda fonda Güneye Giderken şarkısı çalıyor, önümde ise tarihle, toprakla ve çiniyle dolu bir gün… Kütahya’ya gidiyorum.
Geçerken uğranır belki diye düşündüğüm ama hiç hakkını vererek gezmediğim bir yer. Oysa bu sefer sadece ona geldim. Sessiz, dingin ve köklü bir şehir olacağını hissediyordum. Ve tam da öyle oldu. İnegöl, Bozüyük derken gözümün ucunda hep kalmış, ama hiç tam anlamıyla keşfetmediğim bir şehre vardım: Kütahya.
Sessiz, derin ve zarif… Hem geçmişle hem doğayla konuşan bir şehir.
İLK DURAK: GERMİYAN SOKAĞI

Germiyan Sokağı’na sabah serinliğinde vardım. Taş döşeli yolu adımlarken sessizliğin içinde sadece rüzgarın evlerin saçaklarına değen sesi vardı. Cumbalarla süslü pastel renkli evler iki yandan sarıyor insanı; sanki geçmiş yavaş yavaş üzerine kapanıyor gibi… Sokağın girişinde bir evin duvarında yazılı bir cümle dikkatimi çekti: “Zaman, sessizliği sevenin yanındadır.” Gülümsedim. Belli ki bu sokak sadece adımlarla değil, sözcüklerle de yürünüyordu. Burası sadece bir sokak değil; Kütahya’nın ruhunu yansıtan bir açık hava müzesi. Germiyanoğulları Beyliği’nden kalan izleri taşıyan evlerin çoğu 19. yüzyıla ait. Restore edilmiş ama doğallığı kaybolmamış. Ahşap cumbalar, işlemeli kapılar, küçük bahçeler… Her detay geçmişe açılan küçük bir pencere gibi. Sokağın içinde küçük çini atölyeleri var. Rengârenk seramik tabaklar, el boyaması objeler tezgâhlara dizilmiş. Gözümün önünden yıllar geçti bir anda; çocukluğun sessiz mahalleleri gibi… Fotoğraf çekmek için ideal bir yer. Özellikle sabah saatlerinde ışık, evlerin renklerini daha da parlatıyor. Eğer elinde bir kamera varsa, buradan harika kareler çıkar. Ama fotoğraf çekmesen bile, sadece o taşların üstünde yürümek bile sana yeter.
KÜTAHYA ÇİNİ MÜZESİ

Kütahya, çiniyle yaşayan bir şehir. Bu yüzden rotamın ikinci durağı Kütahya Çini Müzesi oldu. Her tabak, her desen; bir hayat, bir sabır örneği… Müzedeki sergilerde Osmanlı’dan günümüze kadar gelen desenlerin izini sürmek mümkün. İçeride bulunan çinilere hayran kalmamak elde değil. Bir sonraki esere geçtikçe daha da güzelleşiyor adeta büyülüyordu insanı.
KÜTAHYA KALESİ: SESSİZLİK VE ŞEHİR MANZARASI

Şehrin tepe noktasına çıkan Kütahya Kalesi, panoramik manzarasıyla büyüleyici. Kale surları boyunca yürüyüp aşağıdaki şehri izlemek huzur vericiydi. Orada, küçük bir çay bahçesinde oturup kalenin rüzgarıyla kafamı dinledim. Kalede, Döner Restoran belediyeye ait nezih bir mekan bulunmakta. Burada Kütahya'ya özgü yöresel yemekleri yiyebilir hem de 360 derece panoramik manzaranın keyfini sürebilirsiniz.
Burası gürültüden kaçanların kalesi gibi… Yüksekte ama gösterişsiz.
MACAR EVİ: SÜRGÜNÜN SESSİZLİĞİ, DOSTLUĞUN YANKISI

Kütahya’nın rüzgârı o gün biraz daha serindi. Germiyan Sokağı’ndan ayrılıp ara bir yola saptığımda, karşıma küçük ama vakur bir ev çıktı. Üstünde dalgalanan bir bayrak; renkleri yabancı ama anlamı tanıdık: Macar bayrağı. Ve kapısında bir isim: Lajos Kossuth.
Sanki başka bir zamana açılan bir kapıdaydım. Bu ev, yorgun bir devrimcinin, anavatanından binlerce kilometre uzakta soluklandığı son duraklardan biriymiş. Kossuth, Macaristan’da özgürlük için ayağa kalkmış; yenilmiş ama onuruyla çekilmiş bir adam. Osmanlı’nın kalbinde, bu küçük Anadolu şehrinde, bir yıl boyunca yaşamış. Evin içine girince… Ahşap gıcırtısı bile sanki fısıltıyla konuşuyor. Duvarlar suskun ama anlattıkları var. Bir odada onun yazı masası duruyor hâlâ, belki de sürgün günlerinin sessiz tanığı. Bir kitap, bir mektup, bir eski ceket… Eşyalar değil aslında onlar, anılar sessizce dizilmiş vitrinlere. Kütahyalılar, onu sadece misafir değil, bir dost, bir kardeş gibi ağırlamış. Bu ev, iki millet arasında suskun ama derin bir selam gibiydi: “Biz seni unutmuyoruz.” Macar halkı da unutmamış. Her yıl, birkaç kişi gelir, evin önünde durur, başını eğer, içeri girer. Ben ise dışarı çıktığımda rüzgâr durmuştu. Evin hemen karşısındaki eski bir bankta oturup uzun uzun baktım o kırmızı çatılı eve. İçimden şu cümle geçti:
“Bazı evler vardır, duvarları tuğladan değil; hatıradan örülmüştür.” Macar Evi de onlardan biri…
KÜTAHYA KENT MÜZESİ: ŞEHRİN TARİHİNE YOLCULUK

Kütahya Kent Müzesi, şehrin geçmişini ve kültürel mirasını keşfetmek isteyenler için önemli bir adres. Şehir merkezine oldukça yakın bir konumda bulunan bu müze, hem Kütahya’nın tarihini hem de halkının yaşamını yansıtan önemli eserleri bir araya getiriyor. Kütahya Kent Müzesi, şehrin tarihî sürecine ışık tutan birçok sergiye ev sahipliği yapıyor. Müze, çeşitli dönemlerden kalma eski el yazmaları, geleneksel Kütahya çinileri, Osmanlı dönemi objeleri ve yerel kıyafetler gibi tarihi eserlerle donatılmış. Ayrıca şehre ait eski fotoğraflar ve haritalar da ziyaretçilerin ilgisini çeken bölümler arasında. Müze, yalnızca bir tarih müzesi olmanın ötesinde, Kütahya’nın sosyal, kültürel ve ekonomik gelişimini gösteren objeleri de sergiliyor. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet dönemi'ne kadar uzanan geniş bir yelpazede eserler mevcut. Şehrin nasıl şekillendiğini görmek, burada geçmişin izlerine tanıklık etmek mümkündür.
ŞEKER KONAĞI: KÜTAHYA’NIN TARİHİ YÜZÜ

Kütahya’nın tarihi sokaklarında gezinirken karşınıza çıkan Şeker Konağı, şehrin kültürünü ve geçmişini anlamak için ziyaret edilmesi gereken önemli noktalardan biridir. Osmanlı döneminden günümüze ulaşan bu tarihi konak, hem mimarisi hem de geçmişiyle dikkat çeker. Şeker Konağı, 19. yüzyılda inşa edilmiş bir Osmanlı dönemi yapısı olup, şehrin en güzel ve korunmuş konaklarından biridir. Konağın ismi, sahibi olan şeker tüccarından gelmektedir. Zamanında konak, şeker üretimi ve ticaretiyle tanınan bir ailenin yaşadığı yerdi. Konağın mimarisi, Osmanlı ve Türk İslam geleneğinin etkilerini taşır. Üst katlarda geniş, görkemli odalar, ahşap işlemeler ve iç avluda zarif detaylar göze çarpar. Konağın en dikkat çeken özelliği ise geleneksel Türk ev mimarisiyle, dönemin sosyal yaşamını yansıtan unsurları bir arada barındırmasıdır. Günümüzde Şeker Konağı, tarihî bir konak olmanın ötesinde, ziyaretçilere Kütahya’nın geçmişine dair pek çok sergi sunmaktadır. Konakta, yerel sanatların yanı sıra, Osmanlı dönemi yaşamına dair eşyalar, tarihi fotoğraflar ve geleneksel el sanatları sergilenir. Ziyaretçiler burada, o dönemin günlük yaşamına dair izler bulabilirler.
ULU CAMİİ: KÜTAHYA’NIN TARİHİ İNCİSİ

Kütahya şehir merkezinin hemen yakınlarında, Ulu Camii, şehrin tarihi ve kültürel dokusunu yansıtan en önemli yapılarından biridir. Selçuklu dönemi eserlerinden biri olarak, Kütahya'nın dini ve mimari mirasını keşfetmek isteyenler için önemli bir duraktır. Ulu Camii, 14. yüzyılın başlarında, Dulkadiroğulları Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Bu cami, Selçuklu mimarisi ile inşa edilmiş olan ve dönemin izlerini taşıyan iki minaresiyle dikkat çeker. İçerisi, caminin tarihi yapısını yansıtan özgün kalem işleri ve çini süslemelerle bezeli duvarlarla süslenmiştir. Büyük bir avlu ve giriş kapısındaki ihtişamlı işlemeler, camiyi ziyaret edenleri adeta tarihe götürür. Ulu Camii'nin mimarisi, özellikle Selçuklu taş işçiliği ve çini işçilikleriyle ön plana çıkar. Camiyi içten ve dıştan çevreleyen taş sütunlar ve ahşap tavan sistemi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin izlerini barındırır. İç mekanında, çini paneller ve dini motiflerle bezeli duvarlar oldukça dikkat çekicidir. Camii, dönemin çok yönlü taş işçiliğini ve detaylı süslemeleri gözler önüne sererken, ziyaretçilerine sessiz bir huzur sunar. Ayrıca caminin içindeki şadırvan, namaz için gelenleri ferahlatan bir atmosfer yaratır.
YEREL TATLAR: TİRİT VE SIKICIK ÇORBASININ İZİ

Kütahya, zengin mutfağı ve geleneksel lezzetleriyle her geçen yıl daha fazla ilgi görüyor. Bu şehrin mutfağı, köy sofralarından şehre kadar yayılan bir misafirperverlik ve paylaşma kültürünü yansıtır. İşte bu kültürün en derin izlerini taşıyan iki önemli lezzet: Tirit ve Sıkıcık Çorbası.
Tirit – Kütahya'nın Klasik Yemeği
Tirit, Kütahya mutfağının geleneksel yemeklerinden biri olarak, özellikle soğuk kış günlerinde yapılır ve sofraları ısıtan doyurucu bir yemek olarak yerini alır. Bayat ekmek, et suyu, baharatlar ve et ile hazırlanan bu yemek, geçmişten günümüze Kütahya'nın aile sofralarını süslemiş ve nesilden nesile aktarılan bir tat olmuştur. Kütahya'nın köylerinde, misafirlere ikram edilen bir yemek olarak tirit, hem yavaş pişirilmesi hem de içerisindeki zengin malzemeler ile sofralarda samimi bir atmosfer yaratır. Kütahya halkı için sofraların en önemli parçası olan tirit, yoğurtla birlikte servis edilir ve yemekle birlikte neşeli sohbetlere eşlik eder. Tirit, zamanla şehirleşen Kütahya'da bile, geleneksel tarifle yapılmaya devam eden, kültürel mirası simgeleyen bir yemeğe dönüşmüştür. Sıkıcı ekmeklerin yumuşaması, et suyunun bu ekmekle buluşması ve baharatların lezzeti, Kütahya'nın geçmişine dair izler taşır.
Sıkıcık Çorbası – Kütahya'nın Sıcak Ziyafeti
Sıkıcık Çorbası, Kütahya'nın vazgeçilmez çorbalarından biri olup, soğuk günlerde sıcacık içilen, içerdiği bayat ekmek ve et suyu ile doyurucu ve lezzetli bir yemeğe dönüşür. Ekmek ve et suyu gibi geleneksel malzemelerin baharatlarla buluşmasıyla ortaya çıkan bu çorba, kış sofralarının baştacı olmuştur. Sıkıcık, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve yardımlaşma anlamına gelir. Köylerde, aileler ve komşular bir araya gelip, güzel günleri paylaşarak bu çorbayı yaparlar. Kütahya'nın geçmişinden izler taşıyan bu çorba, yavaş pişirilen yemeklerin sabrını ve özenini simgeler. Sıkıcık çorbasının her kaşığında, hem Kütahya'nın soğuk kış günlerinde ailelerin bir araya gelerek hazırladığı, hem de geleneği yaşatan bir tat vardır. Ekmeklerin suyla buluşması ve baharatların eşliğinde doyurucu bir öğüne dönüşmesi, Kütahya'nın misafirperverliğinin bir göstergesidir.
BONUS MEKAN
AİZANOİ ANTİK KENTİ: ROMA DÖNEMİNİN İZLERİNİ TAŞIYAN EFSANEVİ KENT

Aizanoi Antik Kenti, Kütahya il sınırlarında, Çavdarhisar ilçesinde bulunan ve Roma dönemine ait önemli bir antik kenttir. Hem tarihi hem de arkeolojik açıdan büyük bir öneme sahip olan Aizanoi, büyük tapınakları, hamamları, stadyonu ve sütunlu caddeleriyle dikkat çeker. Bu antik kent, Roma İmparatorluğu'nun batı sınırlarıyla ilgili olarak çok fazla bilgi edinilen bir bölgeyi temsil eder. Aynı zamanda, tapınakları, ticaret yolları ve şehir yapılarıyla Roma kültürünün ve şehirleşmesinin ne kadar ileri seviyede olduğunu gösterir.
Aizanoi'nin Tarihi
Aizanoi, MÖ 3000'li yıllara kadar uzandığı tahmin edilen bir geçmişe sahiptir ve şehrin en parlak dönemi Roma döneminde yaşanmıştır. Şehir, Roma İmparatoru Hadrianus döneminde büyük bir gelişim göstermiştir. Aizanoi’nin en büyük özelliği, Roma dönemine ait birçok yapının neredeyse tam olarak günümüze ulaşması ve oldukça iyi korunmuş olmalarıdır.
Öne Çıkan Yapılar ve Anıtlar
1. Zeus Tapınağı (Zeus Civitas)

Aizanoi'nin en dikkat çekici yapısı, Zeus Tapınağı'dır. Bu tapınak, Roma'da yer alan en büyük tapınaklardan biri olarak kabul edilir. İyonik sütunları, görkemli yapısı ve devasa boyutları ile dikkat çeker. Tapınak, Zeus’a adanmış olup, şehrin dini merkezini oluşturur. Bugün hala tapınak kalıntıları görkemli bir şekilde ayaktadır.
2. Antik Tiyatro

Aizanoi’deki antik tiyatro, yaklaşık 15.000 kişilik kapasitesi ile dönemin büyük tiyatrolarından biridir. Hem drama hem de gladyatör dövüşleri gibi etkinlikler için kullanılmış olan tiyatro, zamanında oldukça canlı bir sosyal yaşamın merkeziydi. Tiyatronun günümüze ulaşan sahne yapıları ve oturma sıraları oldukça iyi korunmuştur.
3. Stadyum
Aizanoi’deki stadyum, at yarışları ve spor etkinlikleri için kullanılmıştır. 200 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde olan bu stadyum, Roma İmparatorluğu'nun en büyük spor alanlarından biridir.
4. Hamamlar

Antik kentte Roma hamamları oldukça iyi korunmuş ve görkemli bir şekilde inşa edilmiştir. Isınma sistemleri, havuzlar ve soğuk havuzlar gibi detaylar, Roma dönemindeki sağlık ve hijyen anlayışını gözler önüne serer.
5. Agora ve Ticaret Alanları

Comments